17 November 2025 - Monday

Çaycılar Sokağı’nda Kalan Çocukluğum

Bazen bir sokağın sesi, bir fırının kokusu, bir çömlekçinin çamura vuruşu, bir çocuğun tüm ömrünü sırtında taşır. Benim çocukluğum da Çaycılar Sokağı’nda kaldı. Bugün her şey değişti ama hafızam hâlâ orada yürür.

Yazar - Dr. Hüseyin KOÇ
Okuma Süresi: 4 dk.
Dr. Hüseyin KOÇ

Dr. Hüseyin KOÇ

trtbafra@gmail.com -
Google News

Şehrin büyüdüğünü, sokakların genişlediğini, binaların çoğaldığını söylüyorlar. Doğrudur… Ama insan büyüdüğü sokakları kalbinden silemiyor. Benim için hâlâ zamanın akmadığı bir yer var: Çaycılar Sokağı.

Bir ucu Aktekke yoluna açılan, tam karşısında Bakkal Mıstık Amca’nın dükkânıyla bize göz kırpan, öteki ucu çatallanıp bir câmii ve Barbaros Hayreddin Paşa İlkokulu’na uzanan o mütevazı, o sıcak sokak…

Aktekke tarafındaki dıştan merdivenli iki katlı evin altındaki fırın hâlâ burnuma sıcak ekmek kokusu taşır. Biraz ilerideki câmii, mahallenin değil adeta çocukluğumuzun kalbiydi.

Hâşim’lerin bahçe içindeki tek katlı evinin karşısında çeltik fabrikası çalışırdı. Gürültüsünü oyun seslerimize karıştırırdık. Okula doğru inerken solda Selâhattin Âbi’nin biriketçisi vardı; helâ ve mutfak taşlarının toprak kokusu sokağın ayrılmaz parçasıydı.

Havva Teyze… Yüzünü şimdi bile hatırladığım bir şefkat. Çeltik fabrikası sahibinin kız kardeşiydi, üç oğlu vardı. Evin altındaki dairede Ömer ve Mehmet yaşardı; bir de küçük kız kardeşleri.
O evlerin, o yüzlerin her biri çocuk aklımızda birer dünya oluşturuyordu.

Sokağın içinde ilerledikçe Selâmet’lerin evi, Ali Erol’lerin evi, sonra tek başına yaşayan çömlekçi amcanın çamura şekil verdiği küçücük imalâthane… Bir çocuğun hayal gücünü beslemek için belki de en doğru yerdi o sokak.

İrfan’ların evi de bir yerlerdeydi; hafızam bazı detayları silse de o günlerin duygusu hiç solmadı.

Kış geldi mi kar, sesi bile değiştirirdi.
Şehir bir anda “peluşlu bir sessizlik” giyerdi. Üşütmeyen bir beyazlık… Bir masal sessizliği…
O beyazlığın içinden okula yürürdük. Okul tatil edilmezdi. Biz de üşümeyi bilmezdik.

Top sahasına bazen kum yığılır, bazen yakacak odun dizilirdi. Neye gerektiğini bilmezdik ama biz mutlaka bir oyun çıkarırdık.

Sebahattin’lerin iki katlı evinin altındaki kiracıların oğlu Kara Harp Okulu’nda okuyordu. Tatilde üniformasıyla geldiğinde bütün mahalle ona bakardı. Sebahattin’in ağabeyi ise öğretmen okulundaydı. Bana kitaplar verirdi: Emine Işınsu, Alparslan Türkeş ve başka yazarlar… Ben anlamadan okudum hepsini.
Yıllar sonra Ankara’da sosyalist olduğumda, o kitapların içeriğini anladım. Meğer ruhum başka yerlere akarmış.

Sizin evin üst katında akrabalarınız otururdu.
Sokak kalabalıktı, sıcaklığı insan doluydu.
Bugünün kalabalığı gibi değil; birbirine değen, birbirini duyan bir kalabalık.

Dombiliç… Yakan top…
Sokağın tozu üstümüze sinmiş hâliyle, akşam karanlığında hâlâ bitmeyen oyunlar…

Cumhuriyet Meydanı taş döşeliydi.
Çevresinde devlet daireleri, lokantalar, kahvehaneler, eczaneler, Samsun’a kalkan otobüslerin garajı ve Ziraat Bankası vardı.
Ortadaki Atatürk büstü, meydanı küçük bir şehir agorası gibi kılardı.
Bayram sabahlarının limoni ve cılboğlu helvası kokusu meydanı bir şenlik bulutuna çevirirdi.

Irmakta çimmek, bahçelerden meyve çalmak, camideki kurstan kaçmak…
Sonra açılan havuza parasızlıktan sadece birkaç kez girebilmek…
Hepsi o çağın cilvesiydi.

Ve panayır…
Ne ışığını unutabildim, ne sesini, ne kokusunu.

Bugün geriye dönüp baktığımda bilirim ki:
O sokak, o insanlar, o sesler, o kar, o oyunlar…
Hepimizi biz yapan büyük bir çocukluk haritası çizmiş.

Her şeye rağmen, her şeyle birlikte: Çok güzel günlerdi.

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.